1 Temmuz 2012 Pazar

Facebook ile Yüzleşme


Bu yazı, Campaign Türkiye Blog'da yayınlanmıştır.


İnsanların akın akın Facebook’a üye olduğu zamanları hatırlıyorum. Uzun yıllar önce koptuğu ilkokul arkadaşları ile görüşenler, ilk aşkını bulanlar, eltisini ekleyenler, köpeğine hesap açanlar... Kısacası her canlı Facebook’u tattı.



O günden bu zamanlara her gün bir başka Facebook özelliği ile tanıştık. Bir anda reklam yüzü olduğumuzu fark ettik mesela. Nasıl engelleyebileceğimizi araştırdık. Sonra başka özellikler çıktı. Bazen yeniliklere dahil olmamıza dair bize de fikrimiz soruldu, genelde pek haberdar olmadık. (Facebook, yüklediğimiz bütün fotoğrafların haklarına kayıtsız şartsız sahip olan, bildiğim kadarıyla tek sosyal medya network’ü)

Markalar önce uzak durdu Facebook’tan. “Sosyal medya çoluk çocuk işi,” dediler. Sosyal medya uzmanları ayağa kalktı. Değişimin başlangıcıydı. Neyin ne kadar bilinmesi gerektiğine dair hiçbir ölçüt yoktu. Yani herkes, doğal olarak uzmandı. Ne var ki ortalık boşuna karışıyordu. Problem uzmanlarda değil, zamanlamadaydı.

Zaman geçti. Basında, bloglarda bolca sosyal medya yazıları yayınlandı. Ve bir sabah markalar, sosyal medyaya ağırlık vermeye karar verdiler. Ama öyle bir ağırlık verdiler ki, bu sefer de ezilme tehlikeleri yaşandı.

Kim daha uzağa ... yarışına dönen takipçi ve hayran sayıları, yavaş yavaş yerini interaktif iletişime bıraktı. Takipçilerin birer insan olduğu ve bir markayı sadece sevdiği için takip edeceği anlaşıldı. Yani sosyal medyanın yeni nesil halkla ilişkiler olduğu fark edildi. Dijital PR’ın ciddi ciddi konuşulması da bu döneme rastlar.

Diğer yanda Facebook ile sosyal ticaret konuşuluyordu. Markalar, iletişimde oldukları kişilerin ayaklarının alıştığı Facebook’a bir dükkan daha açmayı mantıklı buldu. F-dükkanlar açıldı, esnaf oturup kapısının önünde FarmVille oynamaya başladı. Sonra kepenkler tek tek indi, inmeye de devam ediyor.

Bu arada Facebook halka arz edildi. Düşünülenden biraz daha düşük performans ile devam etti. GM, Facebook’tan reklam bütçesini çekti. Bu arada bu hikayede bunun ne işi var bilmiyorum ama, Zuckerberg dünya evine girdi.

Derken markalar, binbir emekle bir araya getirip iletişimi devam ettirdikleri hayranlara seslenemez oldular. Yarışma yapmak yasak, indirim duyurmak yasak, “bizi like edin” görseli kullanmak yasak derken; mecbur reklam işlerine girişildi. Aradan zaman geçti. Analizler ile yüzleşmeye hazır yönetimler, Facebook kaynaklı dönüşüm ve sepet büyüklüklerine baktılar. Bakakaldılar.

Bir gün, her post’un altına erişimini gösteren bir bölüm eklendi. Reklam yapmadan iletişim kurmaya harcanan emek sorgulanmaya başlandı.

En ilginci de, Facebook grupları Facebook üyesi olmayanların erişimine kapatıldı. Facebook, küçükken evimize misafirliğe gelip akşama kadar inatla en sevdiğimiz oyuncaklarla oynayan çocuk gibi davranmaya başladı. “Ne de olsa senin oyuncağın, sen hep oynarsın,” dedi ama o iş öyle olmadı.

Bu hikâye nereye gidiyor, birlikte göreceğiz. Elbette düşüncelerim var ama zaman en iyi cevap değil mi sizce de?

1 yorum:

ulviye dedi ki...

...ama o çocuğa hep uyuz olunurdu :)hatta al o oyuncak senin olsun babam bana yenisini alır denilir ve çocuk evden bir daha dönmemek üzere uzaklaştırılırdı:P insanlar Facebook'tan da bir gün sıkılacak, başka oyuncaklar bulacak ve insanların eğilimleriyle birlikte şirketler de yönlerini değiştirecek başka sitelerde kepenklerini açacaklar.

Ama yine de bekleyip görmek de yarar var.