27 Ocak 2013 Pazar

Geniş Kitleye Reklam Yapmak Mümkün mü?

Teknokrasi - Ömer Enis Şen'den ödünç aldığım Hepimiz Acayibiz kitabında Seth Godin, iletişimdeki değişimi anlatıyor.


Çoğunluğun tercihlerine uymaktan, seçme özgürlüğüne nasıl geçildiği mükemmel özetlenmiş.
Bu değişimin pazarlama ve reklama nasıl yansıdığı da, içinde bulunduğumuz süreci anlatıyor.

Geleneksel pazarlamaya göre markanın değeri, ne kadar yoğunlukla reklam yapıldığına bağlıdır. Markayı ayrıştırmaya gerek bile duymayan vasat da olabilecek bir reklamla, mümkün olan en yüksek frekanslarla medya planlaması hazırlanırdı. Özellikle TV'de olmak, güvenilir bir marka olmaya eşdeğerdi.

O zamanların doğrusu buydu belki. Ama sorun, kitleye pazarlama yapmanın ötesine geçemeyen (geçmek istemeyen) pazarlamacıların ezberlerinin bozulması. Bugün devam edenler, "dijitali çocuklar yapar, biz markayı konumlamaya bakalım" diyor demesine ama ne zaman günümüze uygun iş yapmak isteseler, önlerine alışkanlıkları çıkıyor - olduramıyorlar.

Yapabildikleri işleri ise, tıpkı eski güzel günlerdeki gibi yüksek frekanslı medya planlamaları ile yayınlatıyorlar. Bir yandan göz boyarken, bir yandan markaları maddi çıkmaza sokuyorlar.

Seth Godin'in anlatımıyla;

Milyonlarca televizyon bağımlısına kolayca ulaşan markalar
gidecek bir yer kalmadığında plansız bir şekilde ortada kalakaldılar.
Kitleye bağımlıydılar ve artık kitle diye bir şey yoktu.

Yaptığınız o reklam yatırımları aslında işe yaramıyorsa? Düşündüğünüz kitle artık beklediğiniz yerde yoksa?

24 Ocak 2013 Perşembe

Teknoloji Takipçileri Modadan Neler Öğrenebilir?

4 yıl aradan sonra iPhone 3 ile yollarımızı ayırdık. İşime rağmen, yıllarca telefon değiştirmemem insanları biraz şaşırtıyordu.

Bilgisayarımı ortalama 2 yılda bir değiştiriyorum. Tablet kullanmıyorum, tablete pek anlam da veremiyorum. Telefon konusunda tutucuydum, çünkü ne iPhone 4 iyi bir telefondu, ne de eski bir Google çalışanı olmama rağmen Android dünyasına ısınamamıştım. (Sonunda Galaxy S3 aldım. iPhone 5 hakkında da iyi yorumlar duymuyorum.)

Sürekli cihaz değiştirip, en yeniyi kullanma çabamızın arkasında fonksiyonel bir durum yok. Kabul etmek lazım. Aslında konu teknoloji değil, moda. Nasıl ki kadınlar bir yıl önce moda olan ve bayılarak aldıkları giysilerin yüzüne bir yıl sonra pek de bakmıyorlar, aynı durum teknolojik ürünlerde de erkekler için geçerli.

Öyleyse teknolojinin modadan öğrenebileceği bir şeyler olmalı:
  • Lüks markalara "inanılmaz paralar" yatırdığı düşünülen moda sever kadınlar ile, her yeni cihazı almak isteyen tech geek erkekler arasında pek fark yok. Kadınlar, misal 3000'i bir Louis Vuitton çantaya yatırırken; erkekler aynı parayla Sony Vaio laptop alıyor. Oysa replika ya da markasız dünya kadar çanta var. Ucuz laptop da var. Yani, etiket sattırır.
  • Apple'ın ezber bozan cihazı iPhone, tuşlar olmadan da telefon olabileceğini göstermişti. Şimdilerde tuşu olan telefona antika gözüyle bakar olduk. Apple'ın hayırlı evladı iPhone ile, bugün Chanel'i Chanel yapan No:5 parfüm arasında ne fark var? Yani, markanın kuvveti, kendi başına markalaşan ürünlerinden de gelir.
  • Özleyeceğim için galiba, emektar iPhone'um üzerinden örnek vereyim yine. Apple aslında iPhone fikrini yıllar önce bulmasına rağmen, halen aynı ürünü satabiliyor. Tasarımda biraz değişiklik, ardından ismin sonuna +1. İşte bu kadar. Tıpkı kozmetik ürünleri gibi. Ambalajı değiştir, aynı ürünü sat. Her yıl aynı ürünlerle farklı trend'ler yarat. Yani, iyi bir ürün geliştirdikten sonra, küçük tasarımsal ve fonksiyonel değişiklikler ile uzun süre o ürünü yaşatmak mümkün.

  • Bundan bir yıl önce Marliyn Manson ile özdeşleştirebileceğimiz dikenli ayakkabılar, bu yıl Louboutin'in neredeyse tüm koleksiyonunda vardı. Misal plaza kadınlarına focus group yapsalar, olumlu yorum gelmezdi, eminim. Ama şimdi 10 kadından 7'sinin ayakkabısı dikenli. Tıpkı iPad gibi. Sorsalar gereksiz bulunurdu. Yaptılar, oldu. Yani, bazen yeni ürünler denemek ve kalıpların dışına çıkmak markaya başarı getirebilir.

  • Son yıllarda eski zamanlara dönüş trend'i hakim. YSL, meşhur logosunu artık sadece klasik ürünlerinde kullanacağını açıkladığında, lüks moda dünyasında büyük yankı bulmuştu. Moda, giderek daha hızla kendini tekrar ediyor. Teknoloji de öyle. Örneğin birkaç ay önce bilgisayarlarımıza DOS kurup kuzenlerimle Wolfenstein oynadık. Eskiye hasret insan doğasında var. Yani, eski ürünleri canlandırmak bazen markaya yeni bir enerji sağlar.
 

19 Ocak 2013 Cumartesi

Kötü Site ile Yüksek Satış Yapılır mı?

Sevdiğim bir arkadaşımdan, eski ekibimden birinin hediye ettiği bir kitapta*, pazarlama ve girişimciliğe de uyabilecek birkaç fıkraya rastladım. Onlardan biri...



Bir adam piyangodan para kazanmak için her gün Tanrı’ya dua etmektedir. Aylar geçer ama bir türlü kazanamaz. En sonunda tepesi atar, “Hani içten istemek yeterliydi? Her gün dua ediyorum ama kazanamadım piyangoyu!” diye haykırır.

Aniden gökten gür bir ses duyulur, “Evladım işin hepsini bana bırakma. Git ve bir bilet al artık!”

Bu fıkra bana alelade sitelerden satış bekleyen e-ticaret markalarını anımsattı. Agresif trafik hedeflerine harcadıkları paranın bir kısmını siteye ayırmayı düşünseler, ziyaretçileri azalır belki ama satışları artar.

Yani iyi olmayan bir site ile yüksek satış hedefleri koymakla; bilet almadan, piyangoyu vurmayı istemek arasında pek fark yok bence.

Karikatür Erdil Yaşaroğlu'na aittir.

11 Ocak 2013 Cuma

Zengin İşi İnternet

Vintage akımının uzun süredir moda olması sebebiyle belki de, lüks ile teknolojiyi ve dolayısıyla dijital pazarlamayı bir arada kabul edememek gibi bir yanılgı var. Birçoğunun gözünde lüks, Paris'in sokaklarında biraz eskiye hasret, bu zamanlara küs, varlığını sürdürüyor. Oysa üst sosyoekonomik seviyedeki tüketiciler, dijital dünyanın en eski sakinleri. e-Ticaret de, İnternet'te bilgi aramak da uzun süredir hayatlarında var.

Akademik literatürde Digital Divide teorisi der ki; yeni teknolojilere önce yüksek sosyoekonomik seviyedeki kişiler erişir. Sonra sırayla alt sınıflara inmeye başlar. Televizyonda da böyleydi, cep telefonunda da. İnternet'te de böyle oldu, sonra her ne gelecekse onda da büyük olasılıkla böyle olacak.


Konumuza geri dönersek, lüks markaların bir kısmı, potansiyel müşterilerinin dijital kanaldan hedeflenebileceğini fark ettiğinden bu yana, dijital varlıklarını geliştiriyor. Lüks markaların üst düzey pazarlama çalışanları ile yapılan bir araştırmanın sonuçları 2012 Luxury Interactive Konferansı'nda paylaşılmış. Öne çıktığını düşündüğüm bazı sonuçlar, dijital mecra ile lüks marka pazarlamasının çoktan başladığını gösteriyor:
  • 2011'den 2012'ye, -araştırmaya katılan- lüks markaların 81%'i dijital pazarlama bütçelerini artırmış.
  • 53%'ünün pazarlama ekipleri, toplam pazarlama bütçelerinin en az 20%'sini dijital pazarlamaya ayırmış.
  • Söz konusu markaların 75%'i, video kullanımının takipçilerle etkileşim sağlama amacı taşıdığını belirtmiş.
Kısacası, bir zamanlar müşterileriyle bile arasına mesafe koyan lüks markalar, dijital çağın gereksinimi olan iki yönlü iletişimin kurallarına göre oynamaya başladı.

Tüm yazıyı Lacoste'un videosu özetliyor aslında. Alamet-i farikası polo yaka t-shirt'lerin gelecekte nasıl olacağını anlatan Lacoste, dijital çağa hazır olduğuna dair sembolik göndermeler de yapmış.


The Polo of the Future from Lacoste on Vimeo.

Call of Duty'i Neden Like Ediyorum?

Facebook'u mesajlaşma dışında pek kullanmam. Ara sıra gerçekten kafa dağıtmak istiyorsam, newsfeed'de en güncel post'lara bakıp çıkıyorum. Pek tepki aldığım sosyal ticaret konularına girmeyeceğim. Mevzu başka.

Bazı markalar onları like etmemizi istiyor, para verip hedefliyorlar yani. Şahsen kabul etmiyorum. Bir kere bile etmedim.

Ama bazı markalar var ki, (birkaç screen shot ekleyeyim) beni hiç hedeflemedi. Onlardan haber almak istedim ve arama yapıp like ettim.

 

Başlıktaki konuya gelirsek, Call of Duty'i de (Ubisoft'u yani) takip ediyorum. Gördüğüm kadarıyla günde 1-2 içerik paylaşıyorlar. Newsfeed'de her gördüğümde, mutlaka bakıyorum. Bazen like ediyorum. Zorlamadıkları halde.


Peki neden bazı markalar like etmem için uğraşırken, diğerlerini kendim search edip like ediyorum?
Bir Facebook kullanıcısı, bir markayı gerçekten neden like eder?

Elimde bununla ilgili bir araştırma yok. Ancak ortada bazı gerçekler olduğu aşikar;
  • bir marka ile hikayeniz varsa (Logitech'in yedek parça konusundaki hassasiyeti ve yardımı)
  • bir markayı bir şekilde seviyorsanız (Samsung sevgimi bilmeyen kalmadı sanırım)
  • bir marka sizinle faydalı içerik paylaşıyorsa (Sephora ve makyaj videoları)
  • bir marka sizi eğlendiriyorsa (Ubisoft ve RockStar Games)
o markayı takip etmek ticari bir ilişkinin ötesine geçiyor.

Yarışmalar, havuçlar kısa süreli deneyimler. Asıl mesele, sevilmeye değer bir marka olmakta. Yarışma bittikten sonra takipçilerin unlike etmeyeceği, "önceden neden takip etmedim ki?" diyecekleri bir dünya yaratmakta.

Sosyal medyanın gerçek amacı budur. Tüketici ile mesafeleri kaldırmak ve bir arada olabilmek. Saptırmayalım.

Elinde konuya dair araştırma bulunanlar paylaşabilirse mutlu olurum.