22 Aralık 2012 Cumartesi

Nasıl Pazarlamacı Olunur?

Şu zamana kadar kaç kişiden pazarlamacı olmak istediğini duydum, sayamam. Basit ve keyifli bir iş gibi göründüğü için sanırım. Türkiye'de neredeyse herkesin pazarlamadan anlaması da cabası.


Lisansı mühendislik olan biri olarak, alaylı - mektepli konusuna girmeyeceğim malum.

Şanslıyım ki kariyerimin çok başında dijital ile tanıştım. Türkiye'nin sayılı markalarından birinin, başka bir ülkede yapacağı bir reklam kampanyası ve medya planlaması için gerçek bir 360 derece pazarlama projesine dahil oldum. Ekip sağlam ama herkes geleneksel pazarlamayı ve offline medya planlamayı biliyor. Gözler bana çevrilmişti.

İnternet'e çok uzun yıllardır aşinaydım ama online pazarlama?

Etrafta sorulacak kimsenin olmadığı zamanlardı. Türkiye'de dijital pazarlamanın yaşı belli. Şimdilerin dijital pazarlamacılarının neredeyse tamamıyla aynı yaşlarda olduğum düşünülürse, hepimiz bir yerlerde bu işleri öğrenmeye çalışıyorduk o sıralar.

Diğer bir şanslı olduğum nokta ise, kimsenin oturup bana bir şeyler öğretmemesiydi. Başta anlam veremediğim bu durumun ardında, bilgili olduğunu düşündüğüm kişilerin aslında konuştukları kadar bilmediklerinin saklı olduğunu anladım. Bunu fark etmek ise, bir şeyleri öğrenmeye başladığım andı.
Özetle insanoğlu başı sıkışınca iş öğreniyor.

Son yıllarda birçok kişi, "Pazarlama kariyeri yapmak istiyorum. Dijitalin çok ilerleyeceğine inanıyorum. Öğrenmeye nereden başlamamı önerirsiniz?" diye soruyor.

Şimdilerin pazarlamasını öğrenebilmek için; en geriye yani pazarlamanın temeline gitmek, dijital pazarlamanın işleyişini öğrenmek ve güncel konuları kaçırmamak gerekiyor. Ve evet, hepsini aynı anda yapmalısınız. Yani yazının başına dönersek, pazarlama düşünüldüğü kadar keyifli ve basit bir iş değildir.

Ama bir şeyler yapabilmeye başlayıp, sonuçlarını ölçebildiğiniz andan itibaren hayat tarzınız haline gelir.

20 Aralık 2012 Perşembe

Online İtibar Yönetimine Giriş

Bir önceki yazımda, online itibar yönetimini hukuki yollardan yapmanın sakıncalı ve yetersiz olacağından söz etmiştim.

Aynı içerik farklı sitelere hızla yayılıyor. Yani, hukuka başvurursanız, siteleri tek tek dava etmeli ve bu sırada başka sitelerin aynı içeriği üretmesini durdurabilmelisiniz. Biraz zor, değil mi?


Marka itibarını zedeleyecek içerikler yayılmış farz edelim.

Bilinen bir örnek üzerinden gitmekte fayda var. Danone, bundan birkaç yıl önce yoğurt grubuna dair problemler yaşamıştı. Yoğurtların, çocukların zekasına olumsuz etkisi çok konuşuldu, paylaşıldı.

Az önce son durumlarını merak edip Google araması yaptım ve karşıma aşağıdaki görüntü geldi.


Bu kadar yıl sonra, Google arama sonuçlarının ilk sayfası halen olumsuz içerikle dolu. Hiçbir çalışma yapılmamış olması şaşırtıcı.

Peki ne yapılmalı?
  • Yayıldıktan sonra duymamalısınız. İnternet'i takip edebilmek çok önemli. Ücretli/Ücretsiz birçok araç ile online medya takibi yapılabiliyor. En başında müdahale ederseniz, başarılı olma şansınız artar. İnternet'i haftalık, hatta günlük takibe alın.
  • Google'ın bazı ürünleri ile marka algınızı görebilirsiniz. Google Instant (yani siz Google arama bölümüne yazı yazdıkça çıkan tamamlamalar), markanızı "neyin tamamladığını" gösterecektir. Danone yoğurtlarından örnek verirsek, ilk tamamlanan arama "danone yoğurtlarına dikkat" oluyor.
  • Sosyal medya hesaplarınız aslında birer linktir. Düzgün kurgulanmış ve içeriği olan hesaplar olmaları kaydıyla tabii ki.
  • Basın bültenlerinizi online PR'a uygun (yani SEO uyumlu) hazırlayın.
  • AdWords yapın. Türkiye'de Google ve Yandex'te arama motoru reklamları yapılabiliyor. Arama sonuçlarının üstünde yer alan reklamlar, önemli bir alanın kontrolünün markanın eline geçmesini sağlıyorlar.
Daha birçok yöntem ile itibar yönetimi yapmak mümkün. Markanızı İnternet'te kaderine terk etmeyin.

18 Aralık 2012 Salı

Davalık İtibar Yönetimi


Az önce bir mail aldım. Gayet mantıklı bir tonla, "İnternet'te kontrol dışı oluşan içeriğe müdahale etmek artık mümkün. Hukuki yolla kısa sürede problemi çözüyoruz," yazmışlar.

Kendi içinde tutarlı ama bu, dijital PR'ın çok küçük bir parçası. Demek istediğim, bir siteye dava açıp içerik sildirmekten mi ibaret itibar yönetimi?



  • İçerik silinene kadar okuyanların marka algısındaki değişim ne olacak?
  • O içerik başka sitelere kopyalanacak. Tüm sitelere tek tek dava mı açacaksınız?
  • Diyelim açtınız, İnternet'te bu tür bir sükse yapmak ne işinize yarayacak?
  • İleride olumlu haberlerinizi paylaşan birilerini bulabilecek misiniz?
  • Orijinal sitesinde ya da kopyaların bulunduğu sitelerde bunları okuyup sosyal medyada paylaşanları da mı dava edeceksiniz?
İnternet, özgürce içerik üretilebilen bir alan. Herkesin kötü niyetli olduğunu düşünmek hatadır. Olumsuz içeriği üreten kişilerle iletişime geçip, doğruları sunabilmek asıl itibar yönetimidir.

Yanıltıcı olmak istemem. İtibar yönetimi sadece olumsuz durumlara müdahale etmek de değildir.
Gerekirse hataları kabul etmek ya da asılsız ithamlar varsa, karşı argüman üretebilmek ve bunları doğru kanallardan paylaşmaktır. Hatta herhangi bir problem yokken de marka hakkında bilgileri paylaşmayı sürdürmektir.

Dava etmeyi son çare olarak değerlendirin. Karşınızda makine değil, insanlar var. Ve deneyimle sabit, istisnalar dışında birçok kişinin markalarla özel bir alıp verememe durumu yok. Siz yeter ki doğruları anlatmayı seçin.

16 Aralık 2012 Pazar

Klasik Pazarlamacılar için Maya Takvimi'nin Sonu

Geçen zaman evde oturuyorum, sandalye sallandı. Deprem mi oldu, başım mı döndü diye düşündüm. Kumandaya değil telefona uzandım. Hemen Twitter'ı açtım, "deprem" search ettim. Birçok kişi deprem hakkında tweet atıyordu.

Büyük depremlerin ve artçıların olduğu zamanlar, televizyonu açıp beklerdik emin olmak için. En az 1 saat sürerdi haberlere düşmesi. Şimdi haber vermek için de, haber almak için de İnternet'i kullanıyoruz. Yani birçoğumuz için artık en güvenilir haber kaynağı İnternet.



Bu gerçeğe sırt çevirmediğimizde, gerçekler önümüzde duruyor. Eski yazılarımı okuyanlar için biraz tekrara düşeceğim ama ben de 2013 tahminleri trendine katılayım dedim. Ne de olsa her yıl tahminler yürütüp, neredeyse hiç tutturamayanlar var.

Bence Mayalar takvimi bitirirken, 2013'te iletişimin değişeceğinden bahsetmek istemişti.


Sırada gerçek kehanetlerim var. 2013'te geleneksel ve dijital mecraya neler olacak?
  • Gazeteler hazır olun! Bir süredir huzursuzluk veren İnternet'in şiddeti bu yıl çok yükselecek.
  • Okurlar İnternet'e göre karşılaştırıldığında eskimiş haberlerin bulunduğu basılı gazetelere uzaklaşacak.
  • Online olmayı blog açmaktan ibaret gören dergiler, sadık okur kitlesini kaybetme tehlikesi yaşayacak. 
  • Dizileri çok sevip, reklam aralarında diğer kanallara baktığını düşündüğüm bir ülke olarak Türkiye'nin, İnternet'ten televizyon izleme alışkanlığı artacak.
  • Dinleyiciler, İnternet'te platform yaratmayı ihmal eden radyolarla yollarını ayırmaya başlayacak.

Bakalım tutacak mı...
Ne demiş Nasrettin Hoca: "Ya tutarsa?"




2 Aralık 2012 Pazar

Kriz Anında Kafanızı Toprağa Gömünüz

Dönem dönem marka ve ajansların krizleri, bunları nasıl "yönettikleri" konuşuluyor. X markasının finanssal krizleri, Y markasının kapatılacağı, Z ajansının şifrelerinin çalınması, vb. birçok kriz görüyoruz,duyuyoruz.

Bazen yönetilemediği bariz krizlerin, ne kadar iyi yönetildiği konuşuluyor. Tebrikler yağıyor.
Bazen de yalanlar söyleniyor, markanın ne kadar iyi durumda olduğu söyleniyor. Yine tebrikler yağıyor.
Ancak içten içe birçoğumuz (umarım) gerçekleri biliyoruz.

Her şeyden önce, kriz yönetimi böyle bir şey değildir. Krizin yönetilebilirliği bile tartışma konusuyken, gerçekleri "farklı anlatıp" yönetim yapılmaz.

Peki kriz anında ne yapmalı? "Olan oldu" diye düşünüp, kafayı kuma gömüp her şeyin geçmesini mi beklemeli? Yoksa kriz anında "itibar yönetimi" camı mı kırılmalı?

Baştan kabul edelim, kriz İnternet'te "geliyorum" der. Krizdeki marka başına gelenleri dışarıdakilerden daha geç duyuyorsa ciddi sorun vardır.



Öyleyse negatif PR'a karşı neler yapabilirsiniz?
  • Saklanmayın. İnternet'teki altın kuralı hatırlayın: Siz online olsanız da olmasanız da kriz orada olacak ve bir şey yapmazsanız ilerleyecektir. Ne demeniz gerektiğini belirleyin, başka yerlere çekilebilecek cevaplardan uzak durun.
  • Sakin olun. Ajans deneyimi olan biri olarak, markaların ve ajansın kriz anında ne kadar heyecanlandığını birçok kez gördüm. Üstüne bir de, kişisel olarak cevap vermeye kalktıklarında izlemelere doyulmayacak bir şölen ortaya çıkıyor. Kimsenin sizinle kişisel olarak bir derdi olmadığını kabul edin ve sakin olun.
  • Cevap hakkı talep edin. Muhattabınız, rakiplerce beslenen bir haber kaynağı değilse; cevap hakkı için size ulaşacaktır. Çoğu kez haberi yayınlamadan önce haberciler size ulaşır. Doğru bilgi paylaşırsanız üç olasılık yaratırsınız:
  1. Yayınlamaktan vazgeçerler.
  2. İddiaları yayınlarken, paylaştığınız cevabı da yayınlarlar.
  3. Bilinçli yaklaşımınızı anlatan bir haber yaparlar. Yani, kriz yönetiminden itibar yönetimine geçersiniz.
  • Marka savunucularınıza ulaşın. İki sebeple... Onları kaybetmemek ve tek başınıza kalmamak için. Kriz anında farklı kaynak ve linklerden gelen bilgi, daha geniş bir kitleye ulaşmanızı sağlar. Ayrıca İnternet'in linkler üzerine kurulu doğasına da uygundur. Ne kadar çok olumlu içerik oluşursa, markayı olumsuz içerikten o kadar korursunuz.
  • Yalan söylemeyin. Yanlış bir şey yaptıysanız özür dilemeniz sizi erdemli kılar. Bu kadar basit.
Özetle kriz anında...
  • hızlandırılmış itibar yönetimi yapmak,
  • taktiksel değil, stratejik ve sakin hareket etmek,
  • ne dediğine dikkat etmek,
  • dürüst olmak gerekir.
Rüzgârın tersten esmeyeceğini düşünenlere duyurulur.



21 Kasım 2012 Çarşamba

Lüks Marka Yönetimi 101

Lüks marka yönetimi ile ilgili daha önce yazdığım iki yazıyı kısaca özetleyerek devam edeceğim.
Lüks markalar, doğaları gereği rakiplerine göre konumlanmıyor. Her marka, kendine ait bir tarz ve bu tarzı yansıtmak isteyen müşterilerinden oluşuyor. Mevcut ve potansiyel müşterilerinin İnternet'te olmadığına kanaat getiren pazarlama ekipleri; markalarının online varlığını kaderine terk ediyor.


Peki lüks marka yönetiminde pazarlama ekipleri, dijital pazarlamaya nasıl başlayabilir?

  • Herhangi bir sektörden, herhangi bir markaya ilk önerilenlerden biri blog açmaktır. Genelde bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Ama konu lüks olduğunda, müşterisi olsun olmasın birçok insanın o markaya yakın durmak istediği bir gerçektir. İnternet'te marka hakkında bir şeyler arayan insanlara, markanın kendi oluşturduğu içeriği sunması dijital PR ve SEO açısından isabetlidir.
  • Lüks markalar trend'leri belirler. Trend'ler siteden ve blogdan paylaşılabilir. Böylece marka, yarattığı trend'leri online'da da sahiplenmiş olacaktır.
  • Önceki yazımda da belirttiğim gibi, lüks markalar ünlüler gibidir. Takipçileri onunla konuşmak ister. Diğer markalarla karşılaştırıldığında bu, büyük bir "lüks". Sosyal medyada birebir iletişimin gücünü kullanmak, dijital pazarlamada marka için önemli bir fırsattır.
  • Sosyal medya ayrıca güvenlik sübabıdır. Başkalarının markayı sahiplenip, marka adına konuşmasını engeller. İyi niyetli olsa bile, marka adına konuşanlar aslında önemli bir risk de oluştururlar.
  • Marka hakkında oluşan içerik takip edilmelidir. Özellikle olumsuz içerikleri erken tespit etmek, online PR ve devamında da geleneksel PR açısından hayat kurtarıcıdır.
  • Kısıtlı üretilen ürünler hakkında bilgi paylaşmak  ve  sadece İnternet'e özel üretilen koleksiyonlara yer vermek de İnternet'te etkin çalışmalardır.

15 Kasım 2012 Perşembe

Trafik Asansörde Başlar

Geçen Pazar (yani 11 Kasım 2012) Özyeğin Üniversitesi'ndeydim. İstanbul Startup Weekend'e katılan girişimleri değerlendiren jürideydim. 11 girişimden 3'ünü seçtik. Birinci olan girişim, Türkiye'yi yurtdışında da temsil edecek.


Girişimler, elevator pitch (yani bir yatırımcıyla asansörde karşılaşıldığında o kıymetli 2 dakikada iş fikrinizi anlatıp, yatırım yapması için o kişiyi ikna edebilecek konuşmayı yapmak) formatında anlatıldı. 2 dakikada projeyi anlattılar, ardından 2 dakika sorularımıza yanıt verdiler.

11 girişimin ortak eksikliği dikkat çekiciydi. İnternet girişimi olmalarına rağmen, hiçbiri nasıl trafik sağlayacaklarını tam olarak anlatmadı. Pazarlama açısından değerlendirmek için jürilik yapıyordum, biraz daha genel bakmak durumunda kaldım bu sebeple.

Diğer bir saptamam ise, girişimlerin bazılarının Türkiye'ye ve Türk insanına uymamasıydı. Burada girişimleri tek tek değerlendiremeyeceğim için, merak edenlere video kayıtları bulmalarını öneririm.

Özetle, İnternet girişimcilerine iki nacizane önerim var:

  • İnternet'te pazarlama eşittir trafik demek. Pazarlama bu işin kalbi. Planlarınıza dahil etmeniz sizi güçlü kılacaktır.
  • Türkiye'de olacaksanız, buranın insanlarına hitap ettiğinizi unutmayın. Girişimci değilim, işin sadece pazarlama kısmından anlıyorum. Ama "hitap etmek" zaten, İnternet'te büyük oranda pazarlama demek. Girişim planlarınızda, İnternet ve yaşama dair alışkanlıkları göz ardı etmeyin.


Herkes Bildiği İşi Yapsın

Halk arasında "Google'da ilk sayfaya bedava çıkma" olarak bilinen SEO, Türkçe mealiyle Arama Motoru Optimizasyonu'dur.

Yani websitenin altyapısını, linklerini ve içeriğini düzenleyerek; arama motorlarının (Google, Yandex, Bing, vb.) kolayca tarayabildiği bir site haline getirmektir. Böylece website, organik dediğimiz doğal arama sonuçlarında ücretsiz yer alır.

Search Engine Optimization için ajansla ya da danışmanla çalışılabilir, ya da pazarlama ekibinde SEO uzmanları yer alır.

Buraya kadar ideal dünyayı anlattım. Şimdi gerçek hayata geçiyorum.


Bu hafta bir ajanstan aradılar. Sesi prezentabl bir hanımefendi, "Google'da aradık, ilk sayfada çıkmıyorsunuz. Sizi 1 ay içinde tüm aramalarda ilk sayfaya çıkarabiliriz," dedi. Sağ olsun.

Biraz SEO bilenler, ne kadar eğlenceli bir telefon görüşmesi yaptığımı tahmin etmiştir. Yine de operasyonumu yapayım:
  • "Google'da aradık." > Neyi?
  • "İlk sayfada çıkmıyorsunuz." > Hangi sözcüklerde?
  • "1 ay içinde ..." > 1 ay, SEO dünyasında geçerli bir süre değildir.
  • "Tüm aramalarda ..." > Misal, adam "çaydanlık" arasa da çıkacak mıyım?
Lütfen herkes bildiği işi yapsın.

25 Ekim 2012 Perşembe

Lüksün Dijitali Olmaz

Lüks Markalar Neden Pazarlama Yapmıyor? yazısında lüks markaların başka markalarla rekabet etmediğinden, her markanın kendine özel bir dünyası olduğundan söz etmiştim.

Lüks markalar, uzun yıllardır replika (yani orijinale yakın görünümdeki sahte ürünler) ile mücadele ediyor. Üstelik İnternet ile birlikte, dünyanın birçok yerindeki replika satıcılarına ulaşmak kolaylaştı.

Görünen o ki, "lüksün" online pazarlama yapmaya başlaması gerekiyor. Ama birçok pazarlamacının aklına soru işaretleri var.



"İnternet'te ne yapalım?" diye sormadan önce, "Neden İnternet'te olalım ki?" sorusuna cevap vermek gerekir. Lüks markaların pazarlama ekiplerinin aklına takılan sorulara bakalım.
  • "Pahalı ürünler İnternet'ten alınmaz."
  1. Lüks markalar pazarlama planı yaparken satış hedefi değil prestiji dikkate alırlar. Bu sebeple, doğru olduğunu düşündükleri kanallarda, varlıklarını gösterirler. Amaç satış olmadığına göre, sadece İnternet için bu karar değişmiyor olmalı.
  2. Birçok lüks marka online satış yapmıyor, e-ticaret ile -Türkiye'de henüz- ilgilenmiyor. Yine de siteleri var ve bu sitelere arama motorları ağırlıklı olmak üzere, sosyal medya, online içerik, vb. kanallardan trafik alıyorlar. Satış olmasa da, herhangi bir sitenin trafiğe ihtiyacı vardır.
  • "Lüks markaların hedef kitlesi ve müşterileri İnternet'te değil."
  1. Markaların neredeyse tamamı, hedef kitle ile iletişimde olabilmek için pazarlama bütçelerini zorluyor. Buna rağmen kapı duvar ile karşılaşabiliyorlar. Kendimizi iletişime kapatıyoruz. Tepki gösteriyoruz. Yok sayıyoruz.
  2. Oysa lüks markaların müşterileri, hedef kitlesi, hayranları; iletişim için hazır bekliyorlar. Lüks marka, ünlü bir insandan farksızdır. Siz hiç, hayranlarının ilgisini çekmeye çalışan bir ünlü gördünüz mü?
  3. Türkiye gibi ülkelerde, İnternet'e erişebilen elektronik cihaz (bilgisayar, akıllı telefon, tablet) sahipliği, sosyoekonomik seviye ile doğru orantılı artıyor. Yani hedef kitleniz İnternet'te. Tabii siz doğru hedeflemeyi bilirseniz.
  4. Dijital Jenerasyon, yani geleceğin hedef kitlesi İnternet'te. Bundan 10 yıl sonrasını da düşünmek zorundasınız. Dijital Jenerasyon, İnternet'ten uzak markaların diline yabancı, unutmayın.
  • "Özel ve zor erişilebilir bir markayız. İnternet gibi bir yerde bize herkes erişir, marka algımız zayıflar."
  1. Çok gerilerde kalan bir fikir. Diğer markalar tüketiciyi, birebir iletişime alıştırdı bile. Tüketiciye uzak durmak tarih oldu.
  2. Özel bir marka olmak, sadece fiyat ile ilgili değildir. Bir süre Türkiye'nin önemli markaları haline gelen private shopping sitelerini düşünün. Hedef kitle ile "yakın ilişki kurmak" ve onlara ayrıcalıklı olduklarını hissettirmek gerek. Yani özel bir marka olabilmek için yapılacak birebir iletişim sadece İnternet ile mümkün.
  • "Geleneksel pazarlama kanalları markamız için daha doğru ve daha prestijli."
  1. Bu, en kolay yanıtlanabilecek argüman. Dünya pazarlama trend'lerini takip ediyorsanız, Türkiye'de de başlayan online mecranın egemenliği ve birkaç yıl sonra en büyük pazarlama kanalı haline gelecek olmasını zaten duymuşsunuzdur.
  • "Sosyal medyayı kontrol etmek zor."
  1. Öncelikle sosyal medya derken Twitter ve Facebook'un fazlasından bahsettiğimi belirtmeliyim. Tüketici ile aktif iletişim kurabildiğiniz, siteniz dışındaki birçok online kanalı sosyal medya olarak kabul edebilirsiniz. Sizce, bu kadar çok insanın, sadece siz yoksunuz diye sizin hakkınızda konuşmaması olası mı? Yani siz İnternet'te olsanız da olmasanız da, insanlar sizi konuşacaktır. Zaten konuşmuyorlarsa sıkıntı vardır. Siz en iyisi etrafta olun ve kulaklarınızı dört açın.
Tüm soru işaretlerinin silindiğini varsayarak, sıradaki soruya geliyoruz: "Dijital pazarlama yapmaya karar verdik. Nereden başlayalım? Neler yapabiliriz?" Bir sonraki yazı...

21 Ekim 2012 Pazar

Lüks Markalar Neden Pazarlama Yapmıyor?

Mevcut işim sebebiyle bir süredir moda dergilerini takip ediyorum. Belirli bir segmentin üzerindeki tüm moda dergilerinin ortak özelliği, ilk sayfalarının tamamen reklam olması.

Düşünün. 300 sayfalık dergi içindeki reklamlardan herhangi biri olmak için reklam veriyorsunuz.



Sonra bu reklamların, Kadınlara Reklam Yapmak başlıklı yazım ile çeliştiğini fark ettim. Sezgilerin Gücü kitabında Gigerenzer'in dediği gibi, "Kadınlara çok seçeneği olan ve tercihlerini destekleyen sebepler sunan reklamlar yapmak gerekir. Çünkü kadınlar seçenekler arasından tercih yapmak ister ve kararlarının desteklenmesini severler."

Peki madem öyle, neden bu lüks markaların reklamlarında kimi zaman ürün bile arka planda kalıyor?

Çünkü lüks konumlandırılmaz. Lüks, rekabet etmez.

Her pazarlamacının üç aşağı beş yukarı yaptığı marka konumlama çalışmalarına göre:
  • fiyat
  • ürün/servis
  • erişilebilirlik & dağıtım
  • iletişim dili
  • hedef kitlenin beklentisi
  • rakiplerin konumlandırması
  • pazarın yapısı
tespit edilir ve markanın pozisyonu bunlara göre belirlenir. Hatta pazarlamacılar düzgün yapmasa da piyasa şartları markayı olması gerektiği yere konumlandırır.

Fakat lükste, diğerleri diye bir kavram yoktur. Chanel'in dünyasında sadece Chanel vardır. Lüks markalar, markanın kurucusunu ve o markayı seçenlerin kişiliklerini yansıtır.

Chanel denildiğinde akla, (ilgiliyseniz) o tarza uygun kadınlar gelir. Benzer markalar, başka markaları andıran ürünler değil.

Lüks markanın tek sorunu replikalardır. (Yani birebir üretilmiş sahte ürünler) Diğer markalar ise, kimliklerini korumaya çalışır.

Peki kullanıcılar İnternet ile dünyanın her yerine ulaşabilirken, replikalar online'da da yayılırken lüks markalar İnternet'te ne yapmalı? Bu da bir sonraki yazı.


29 Eylül 2012 Cumartesi

Hukukçular için Online Pazarlama Terimleri

Sorumluluk tanımlarının az çok net olduğu kurumsal şirketler de dahil olmak üzere, henüz online pazarlama ile ilgili hukuksal süreçlerin pürüzsüz ilerlediği bir noktada olmadığımızı düşünüyorum.

Tanıdığım birçok “online pazarlamacı” ve sorumlu olduğu marka, masanın karşısındaki servis sağlayıcının iyi niyetine emanet. Fark etmeden, olası maddi zararlara açık kalıyorlar.


Pazarlamacılara göre, ortada bir sözleşme varsa, doğal olarak bu konu hukukçunun meselesi oluyor. Hukukçulara göre ise, işin doğası ve ilerleyişi ticari yükümlülük kapsamında ve pazarlamacıların sorumluluğunda. Bence burada hukukçular haklı. Ama yine de sorumluluk onlara kalabiliyor. Bu sebeple dijital pazarlamanın iki temel öğesi hakkında mümkün olduğunca basit bir giriş yazısı yazmak istedim.

CPC (tıklama başına maliyet): Sözleşmesini incelediğiniz markanın, web sitesine çeşitli sebeplerle trafik gelmeli. Bu amaçla, çeşitli kaynaklardan trafik satın alınır. Bu, market zincirleri ile anlaşıp, ürünlerin görünür raflarda olmasını sağlamak gibidir. Göz hizasında bulunabilmek için bedel ödüyoruz aslında, ama offline dünyadan farklı olarak raf önünden geçen her kişi için tek tek ücret veriyoruz.

Tıklama başı maliyet, çeşitli yöntemlerle hesaplanır ya da pazarlığı yapılır. Yani her marketin albenisi ve müşteri profili farklıdır. Hangi markete (yani hangi hizmet sağlayıcıya) ne kadar bütçe ayrılacağı online pazarlamanın işidir, sizin sorumluluğunuz değil. Siz, online pazarlama sorumlusunun “gözden kaçırabileceği” önemli bir noktaya dikkat edin yeter. Ödenecek olan CPC, tıklama maliyeti mi yoksa ziyaret maliyeti mi? Geçersiz olan tıklamaların bedeli geri ödenecek mi? Nasıl? Ne zaman?

Dönüşüm (Conversion): Özellikle e-ticaret siteleri için kritik önem taşıyan conversion, bir ziyaretçinin web sitede hedeflenen işlemi tamamlamasıdır denilebilir. Üye yapma, mail bırakma, newsletter’a üye olma, satın alma, test sürüşüne kayıt olma, konut projesini ziyaret etmek için bilgi verme, vb. yüzlerce dönüşüm hedefi vardır.

Satış hedefini örnek alalım. Adamın deterjanı alışveriş arabasına attığını düşünelim. Sizce satın aldığı garanti midir? Koridorda ilerlerken, başka bir markayı beğenip o deterjanı bırakırsa? Kasanın önüne geldiğinde son anda vazgeçerse?

İşte bu noktada, bazı online pazarlama uzmanları yanılgıya düşebiliyor. “Sepete attıysa tamam” diyen sözleşmelere, farkına bile varmadan onay verebiliyorlar.

Oysa nasıl ki bir satışın gerçekleştiğini 100% söyleyebilmek için, kasada ödemesinin yapılmış olması ve hatta bence iade süresinin geçmiş olması gerekiyorsa; İnternet’te de tamamen aynı durum geçerlidir. Buna dikkat edilmediğinde, boş yere harcanan bütçeler markaları alttan alta oyuyor.

Üstelik online pazarlamanın ölçülmeye müsait yapısı sayesinde, markete gelen adamın o deterjanı almaya karar vermeden önce, başka bir yerde o deterjanın reklamını görüp görmediğini analiz etmek de mümkün. Yani market görevlileri, “Bizde gördü de aldı. Verin bizim komisyonu,” dediğinde, “Yok hocam, bizim müşteri deterjanı sizin markete gelmeden önce almaya karar vermiş zaten. Alın, bu da karar verdiği an” demek mümkün. Tabii ki, bu argümanı geliştirecek kişi de siz değilsiniz. Ancak, buna dikkat edilip edilmediğini sormanız, marka için faydalı olacaktır.

Gözlemlerime göre, sözleşmelerde en çok hata yapılan iki alan CPC ve Conversion. Başka fikri, deneyimleri ve soruları olanlar lütfen bana ulaşsın, mutluluk duyarım.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Medya Planlama Sunumu

21 Temmuz 2012'de İstanbul Business School (IBS) dijital pazarlama micro-MBA programı için hazırladığım, İnternet'te medya planlama ve dijitalin bir uzantısı olarak offline (geleneksel) medya planlamanın kullanılmasına dair sunumu paylaşıyorum. Katılımcılar, sonda yer alan 6 senaryodan 1'ini seçerek, medya planlama hazırladı. Senaryoları tek tek değerlendirdik ve medya planlamalarını geliştirecek fikirler üretmeye çalıştık.
 

Online Pazarlama ve Geleneksel Pazarlama Sunumu

12 Temmuz'da Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen 2. Sosyal Medya Uzmanlığı sertifika programı sona erdi.
Derste, online pazarlamanın gelişimi ve geleneksel pazarlamanın bu süreçten nasıl etkilendiğini konuştuk. Sunuma, Dijitalist'te de yer vermek istedim. Şu zamana kadar yaptığım sunumların birçoğunu, SlideShare hesabımda bulabilirsiniz.

   

1 Temmuz 2012 Pazar

Facebook ile Yüzleşme


Bu yazı, Campaign Türkiye Blog'da yayınlanmıştır.


İnsanların akın akın Facebook’a üye olduğu zamanları hatırlıyorum. Uzun yıllar önce koptuğu ilkokul arkadaşları ile görüşenler, ilk aşkını bulanlar, eltisini ekleyenler, köpeğine hesap açanlar... Kısacası her canlı Facebook’u tattı.



O günden bu zamanlara her gün bir başka Facebook özelliği ile tanıştık. Bir anda reklam yüzü olduğumuzu fark ettik mesela. Nasıl engelleyebileceğimizi araştırdık. Sonra başka özellikler çıktı. Bazen yeniliklere dahil olmamıza dair bize de fikrimiz soruldu, genelde pek haberdar olmadık. (Facebook, yüklediğimiz bütün fotoğrafların haklarına kayıtsız şartsız sahip olan, bildiğim kadarıyla tek sosyal medya network’ü)

Markalar önce uzak durdu Facebook’tan. “Sosyal medya çoluk çocuk işi,” dediler. Sosyal medya uzmanları ayağa kalktı. Değişimin başlangıcıydı. Neyin ne kadar bilinmesi gerektiğine dair hiçbir ölçüt yoktu. Yani herkes, doğal olarak uzmandı. Ne var ki ortalık boşuna karışıyordu. Problem uzmanlarda değil, zamanlamadaydı.

Zaman geçti. Basında, bloglarda bolca sosyal medya yazıları yayınlandı. Ve bir sabah markalar, sosyal medyaya ağırlık vermeye karar verdiler. Ama öyle bir ağırlık verdiler ki, bu sefer de ezilme tehlikeleri yaşandı.

Kim daha uzağa ... yarışına dönen takipçi ve hayran sayıları, yavaş yavaş yerini interaktif iletişime bıraktı. Takipçilerin birer insan olduğu ve bir markayı sadece sevdiği için takip edeceği anlaşıldı. Yani sosyal medyanın yeni nesil halkla ilişkiler olduğu fark edildi. Dijital PR’ın ciddi ciddi konuşulması da bu döneme rastlar.

Diğer yanda Facebook ile sosyal ticaret konuşuluyordu. Markalar, iletişimde oldukları kişilerin ayaklarının alıştığı Facebook’a bir dükkan daha açmayı mantıklı buldu. F-dükkanlar açıldı, esnaf oturup kapısının önünde FarmVille oynamaya başladı. Sonra kepenkler tek tek indi, inmeye de devam ediyor.

Bu arada Facebook halka arz edildi. Düşünülenden biraz daha düşük performans ile devam etti. GM, Facebook’tan reklam bütçesini çekti. Bu arada bu hikayede bunun ne işi var bilmiyorum ama, Zuckerberg dünya evine girdi.

Derken markalar, binbir emekle bir araya getirip iletişimi devam ettirdikleri hayranlara seslenemez oldular. Yarışma yapmak yasak, indirim duyurmak yasak, “bizi like edin” görseli kullanmak yasak derken; mecbur reklam işlerine girişildi. Aradan zaman geçti. Analizler ile yüzleşmeye hazır yönetimler, Facebook kaynaklı dönüşüm ve sepet büyüklüklerine baktılar. Bakakaldılar.

Bir gün, her post’un altına erişimini gösteren bir bölüm eklendi. Reklam yapmadan iletişim kurmaya harcanan emek sorgulanmaya başlandı.

En ilginci de, Facebook grupları Facebook üyesi olmayanların erişimine kapatıldı. Facebook, küçükken evimize misafirliğe gelip akşama kadar inatla en sevdiğimiz oyuncaklarla oynayan çocuk gibi davranmaya başladı. “Ne de olsa senin oyuncağın, sen hep oynarsın,” dedi ama o iş öyle olmadı.

Bu hikâye nereye gidiyor, birlikte göreceğiz. Elbette düşüncelerim var ama zaman en iyi cevap değil mi sizce de?

27 Haziran 2012 Çarşamba

İkinciyi Geçen Kaçıncı Olur?*

Tüm mecrayı tek tek geride bırakan İnternet’in, Amerika ve İngiltere’de en çok harcama yapılan mecra hâline geldiği sık sık konuşuluyor.

Türkiye’de de farklı bir noktaya ilerlemiyoruz aslında. Bence genel anlamda, 5 yıl kadar geriden gidiyoruz iki ülkeye oranla.



Bu durumda biz İnternetçiler, “online, diğer mecrayı geride bırakacak” dediğimizde, “online, tüm mecrayı yok edecek” diyormuşuz gibi algılanıyor. Aslında sürekli, "mecra değişecek ve web ile entegre olacak" diyoruz. Ki gayet de öyle oluyor. Geleneksel dergilerin tek tek online versiyonları açılıyor. Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen Sosyal Medya Uzmanlığı Sertifika Programı’nın ilkinde yaptığım dijital PR sunumunda da belirttiğim gibi, "her mecra, kendinden öncekileri değişime sürükler." İnternet'in yaptığı da tam olarak budur: Değişim. Ve sona erdirmek ile değiştirmek arasında net bir fark vardır.

4 yıl kadar önce, bir markanın lansmanını organize ediyorduk. Online PR yeni yeni konuşulmaya başlanan bir terimdi. Davetliler belirlenirken büyük bir problem fark etmiştik: Basın mensupları, blogger’lar ile bir arada olmak istemiyordu.

Günümüzde bu durum neredeyse tamamen geçersiz. Basın toplantılarında blogger’lar da yer alıyor. Blogger’lar geleneksel dergilerde yazmaya başladılar. Yani geleneksel dergiler, İnternet’e yakın duruyor. (Bu durum dergilere özel değil. Bir daha TV izlediğinizde, reklamların yüzde kaçının İnternet'e atıfta bulunduğuna dikkat edin.)

Brian Solis’in, değişime direnen markalar için yayınladığı “What’s Your Promise” yazısını okumanızı öneririm. Özellikle son paragrafı manifesto niteliğinde.

- Alıntıdır -
You are reading this because you believe in something more than what you’re doing today. While you fight for change within your organization, remember to aim for a higher purpose. Organizations that strive for innovation, imagination, and relevance will outperform those that do not. - Change will only happen because you and other internal champions see what others can’t and will do what other won’t.

Bunu okuyorsunuz çünkü, bugün yaptığınızdan daha fazlasına inanıyorsunuz. Firmanızda değişim yaşanması için çaba gösterirken, daha yüksek bir amacı hedeflemeyi aklınızda tutun. İnovasyon, hayalgücü ve geçerlilik için çaba gösteren firmalar; çaba göstermeyenlerden daha üstün olacak. – Değişim sadece; siz ve firmanızdaki yetenekli kişiler, başkalarının yapamadıklarını gördüğü ve başkalarının yapamadıklarını yaptığı için gerçekleşecektir.

*Cevap: 2 (iki)

13 Haziran 2012 Çarşamba

Google Drive Nasıl 5 GB Alan Veriyor?


İnternet’te o kadar çok şey bedava ki, Orhan Veli bugün Bedava şiirini yazsa teması bence İnternet olurdu. YouTube’a video yüklüyoruz, Facebook’a fotoğraflarımızı... Tweet atmak bedava, Google’da arama yapmak bedava...

DropBox’ı kullananlar için yeni bir konu sayılmasa da Google Drive, cloud (bulut – yani dökümanların İnternet’te bulunup, istenilen bilgisayardan ulaşılabilmesi) sisteminde büyük bir adım. Peki herkese 5 GB alanı ücretsiz olarak veren Google ve diğer İnternet şirketleri, depolama maliyetlerinin altından nasıl kalkıyor?


Intel’in kurucularından Gordon Moore’un öne sürdüğü Moore Yasası burada devreye giriyor. Moore Yasası, bilgisayar işlem gücü fiyatının iki yılda bir yarıya indiğini, bundan daha büyük bir hızla da depolama maliyetlerinin azaldığını söyler. Yani her geçen yıl, içerik depolamanın ve yayınlamanın maliyeti düşmektedir. Anlaşılan o ki, e-ticareti yükselten trendin tek sebebi geleneksel mağazanın maliyetlerinden kurtulmaya çalışmak değildir. Arka planda bu tür teknoloji maliyetleri de azalmaktadır.

Dönelim Google Drive’a. Veri depolama maliyetleri düşse bile, “bedava” değil. Burada, Drive’ın 5 GB ücretsiz alan sunması için başka sebepler de devreye giriyor:

• Drive kullanmaya alışan biri, fizikî bir diskin riskine girmemeyi tercih edecektir. Çalınmayan, kaybolmayan, eskimeyen ve yedeklenmesine gerek olmayan bir disk. Drive bir başlangıç adımı. Devamına geçen kişiler 80/20 kuralına (Pareto İlkesi) göre büyük olasılıkla ücretsiz alan kullanımının maliyetini kurtarıyordur.
 ChromeBook’lara alışmak için önemli bir adım da Google’ın bulut sistemine geçmek olsa gerek.
• Google neredeyse herkes için bir lovemark. Sadece eski bir Google çalışanı olarak değil, İnternet’i seven herkes gibi benim için de Google’ın ayrı bir yeri var. Üstelik Google’ın bu kadar seviliyor olması, dosyalarımızın güvenliğine dair tüm soruları kafamızdan siliyor.

Gmail’in ilk açıldığı dönem, yanlış hatırlamıyorsam 2 GB kapasitesi vardı. Şimdilerde 10 GB’a kadar yükseldi. Google, benzer bir artışı Drive için de yapabilir. Göreceğiz.

Henüz Drive ile tanışmamış olanlar, Drive sayfasını ziyaret edebilirler.

4 Mayıs 2012 Cuma

Kadınlara Reklam Yapmak

Bu yazı, Campaign Türkiye Haziran 2012 sayısında yayınlanmıştır.

Reklamların herkese hitap etme devrinin dijital pazarlama ile kapandığı zamanlardayız. Akla gelen ilk segmentasyon, kadın veya erkek hedef kitleye reklam yapmak. Kadına/Erkeğe hitap edebilmek için nasıl reklam yapmak gerekiyor?

Yetiştirilme biçiminden kaynaklandığını düşündüğüm bir farklılık, reklamcılıkta seçicilik hipotezi ile açıklanmış. Erkekler sezgisel kararlar alırken tek gerekçe ile hareket ediyorlar. Daha sabit fikirliler ve gerekçeye sadık kalıyorlar. Kadınlar ise, birden fazla gerekçeye ihtiyaç duyuyor ve başka kişilerin onayını almayı tercih ediyorlar.

Sezgilerin Gücü kitabında Gigerenzer’in söz ettiği üzere; erkekler, taviz vermeyen ve bunu güçlü bir gerekçeye dayandıran markaların reklamlarına daha açık. Kadınlar ise, çok seçeneği olan ve/veya tercih için gerekçeler sıralayan reklamlara duyarlılar.


Peki bunun Türk e-ticaret markalarındaki yansıması nedir?

Özellikle kadınları hedefleyen özel alışveriş kulüplerini düşündüğümüzde, kendilerinden alışveriş yapılması için sunabilecekleri birçok gerekçe var:

·         İndirim oranları
·         Markaların ucuza satılması
·         Zaman kaybetmeden alışveriş yapabilme
·         İade edebilme
·         Peşin fiyatına taksitle ürün satın alabilme
·         Sınırlı sayıda ürün bulunması

Üstelik kadınların birbirlerine, bu sitelerden ürün satın almaları için ne kadar “destek oldukları” az çok aşina olduğumuz bir durum. Yani seçicilik hipotezinde belirtildiği gibi, kadınlar birbirleri için onay mekanizmasını sağlıyorlar.

Online ve offline reklamlarda bu argümanların gücünden yararlanan belirli bir marka bulunmuyor. Seçicilik hipozetine göre bu durum, iletişim alanında özel alışveriş kulüplerinin sahiplenebileceği bir boşluk olduğunu gösteriyor.

Seçicilik hipotezi, Gigerenzer tarafından erkekler için otomobil ve kadınlar için şampuan örnekleri ile anlatılmıştır. Güncel bilgiye en yakın olduğum sektör üzerinden anlatmış olsam da; bu hipotez ile her sektörde yeni fırsatlar keşfedilebileceğini düşünüyorum.

27 Nisan 2012 Cuma

Online Pazarlamada Kariyer

“Online pazarlama yapmak istiyorum. Nereden başlayayım?”
“Online reklamcılık ile ilgili okumam için ne önerirsiniz?”
“Sizce dijital PR ve sosyal medya uzmanı olmak için neler yapmak lazım?”
“Ben de AdWords öğrenmek istiyorum. Ne yapayım?”

Böyle uzar gider. Bu tür sorular o kadar çok geliyor ki, belki de tek tek cevap vermek yerine Dijitalist’te yer vermek daha doğru olacak.



1990 ve sonrasında doğan dijital jenerasyon ve 1980-1990 arasında doğan (bence) dijital öncesi jenerasyonun gözü tabii ki İnternet’te. Eski jenerasyonların aksine, İnternet ve fiziksel yaşam için farklı karakterler oluşturmaya yönelmeyecek kadar İnternet’teyiz. Hayatımız İnternet ile entegre. Neden ikiye bölünelim?

Hâl böyle olunca, İnternet’in hobi değil iş olması kulağa harika geliyor. Peki gerçekten düşünüldüğü kadar keyifli mi? Aklıma gelenleri madde madde yazdım. Lütfen eklenecek bir şeyler olduğunu düşünüyorsanız değerli yorumlarınızı paylaşın.

Her sabah, “bugün hangi bilgi eskidi?” diye Reader’ınızı açmaya hazır mısınız? Kitap önerisi isteyen arkadaşlar, online pazarlama ile ilgili kitapların tüketim ömrü en çok 1 yıl. Organik ürün alsanız daha uzun gider. Maalesef ve iyi ki değişim çok hızlı. Kitapların yetişmesi giderek zorlaşıyor. Asla bitmeyen üniversiteye (çimlerde yatılmayan) hoş geldiniz.

“Ya ne yapıyorsun ki. Tweet atıyorsun, Google’a kelime giriyorsun.” Bu kadar basit bir iş yaptığınızı düşündüğünde, insanlara ne açıklayabilirsiniz? Bir zaman ailenize umutsuzca, “beni anlamıyorsunuz,” dediğinizi hatırlayın. Kariyerinizde bu hissi çok yaşayacak ama böyle dile getiremeyeceksiniz. İşte olay bu kadar basit. Şahsen umudum dijital öncesi jenerasyonda. Bizler tam da dönüşümün yaşandığı zamana denk geldiğimizden, şans ve şanssızlığı aynı anda yaşıyoruz. Ancak Outliers kitabında Gladwell’in özetle belirttiği gibi, “Başarı, çok çalışmak ve uygun zamanda dünyaya gelmek ile gerçekleşiyor.” Zaman uygun. Geriye çok çalışmak kalıyor.

Online pazarlamada kariyer yapmak isteyen ve CV gönderen birçok kişi beni çok şaşırtıyor. Sosyal medya uzmanlığı için başvuran ve kendine uzman diyen, bir tane bile sosyal medya hesabı olmayan... SEO uzmanıyım diye gelip, URL deyince far tutulmuş tavşan gibi bakan... Maalesef bu tür kişilere çok denk geldim. Sadece rastlantı olduğunu umuyorum. Online pazarlama kariyeri istiyorsanız, online varlığınız olmalı. Bu da oldukça emek gerektiren bir iş.

CV paylaşan kişilerde gördüğüm bir başka ilginç nokta ise, Türkçe kullanımı. Herhangi bir markanın pazarlama departmanında yer almak, iyi bir iletişimci olmayı gerektirir. Pazarlamada bulunan, yani işi iletişim olan, ancak düzgün Türkçe kullanamayan insanlara yorum yapamıyorum.

Pazarlama, İnternet ile birlikte özüne dönüyor. Samimi iletişim kurmak ve çalışmaların etkisini ölçebilmek gibi olanaklar yeniden gündemde. Sadece hislere ve kişisel beğenilere dayanan pazarlama planlarının ömrü bitmek üzere... Planlarınıza tabii ki tüm kalbinizle inanın. Ancak sayıları da bir kenarda tutmayı ihmâl etmeyin.

Pazarlama eskisi gibi sadece reklam veren departman değil. A’dan Z’ye her departman ile beraber çalışmak zorunda. Lojistik, IT, çağrı merkezi, satın alma... Herkesin ne yaptığından haberdar olmalı ve onlarla müşteriler arasındaki köprü görevini üstlenmeli. Kolay yazılan, zor yapılan bir iş.

Gelecekte Pazarlama Departmanı Nasıl Olmalı? yazısını okumanızı tavsiye ederim. Hangi departman için, hangi bölümlerden mezun olmak gerektiğini de açıklıyor. Ama özetle, matematiği sevmelisiniz. Ölçmeden bir adım bile atmıyoruz. Offline’ı da ölçmek için sürekli yöntemler bulmaya çalışıyor ve aramızda bunlardan bahsediyoruz. Biraz kapalı bir dünyayız aslında ama bildiğimizi saklamayız, öğrenmek için sormaktan çekinmeyiz.

24 Nisan 2012 Salı

İnternetçi'den Müdür'e Uyarı

TV büyüyor,” dedi mağrur bir ifadeyle müdür, “Daha da büyüyeceğini söylüyorlar. En büyük yatırımı TV’ye yapmalıyız, İnternet’te sadece fakir ve cahiller var.”

TV’nin büyüyeceğine inanan gelenekselciler için, bir İnternetçi’nin uyarısıdır bu yazı.




Ne demiş o müdür, bakalım.

1. “TV büyüyor, en büyük yatırımı TV’ye yapmalıyız.” :

Her yıl geleneksel bir mecrayı daha geride bırakan İnternet, şu sıralar gazetelerin ensesinde. Geriye sadece TV kaldı. İnternet’in birinciliğine en çok 3 yıl veriyorum. Deyim yerinde: Buraya da yazıyorum.

İnternetsiz ve cep telefonsuz dünyayı tanımayan, tablet kullanmaktan kitap sayfası çeviremeyen dijital jenerasyon geliyor. Kendisine özel hâle getiremediği mecrayı yok sayacak. İnternet’i, hayatının her yerine taşıyacak.

TV büyüyecekmiş. Düşünün ama seslendirmeyin. Kendinize güldürmeyin.

2. “İnternet’te sadece fakir ve cahiller var.” :

Sevgili müdür ve benzerleri, eminim çocuğunuz vardır. Onu evde bırakıp gittiğinizde, bilgisayarı TV’ye bağlıyor haberiniz olsun. Önceden belirlenmiş yayını yüzünden TV’ye gıcık oluyor. Büyüdüğünde kendi evini akıllı teknoloji ile dolduracağını hayal ediyor. “Benim çocuk diye söylemiyorum, vallahi pek zeki” dediğiniz çocuğunuza cahil demeyin, kendinizi yakarsınız.

Müdürün dilinden konuştuktan sonra şimdi de İnternetçi olarak konuşayım. 2010 Türkiye İnternet Kullanım Trend’leri yazımda paylaştığım gibi, yapılan araştırmanın sonucu diyor ki: “İstatistikler, eğitim seviyesi ile İnternet kullanımı arasındaki doğru orantıyı yansıtmaktadır.” Türkçe meali, “Eğitim seviyesi arttıkça, İnternet kullanımı da artar.” Bence meali, “Cahil adamın İnternet’te işi en fazla Facebook ve MSN’dir.”

Gelelim fakirliğe... Maddi durumu yetersiz olan insanlar da İnternet kullanıyor, doğru. Bilgiye erişmenin sınıfsal ayrımı olmaz. Ama unutmamak gerekir ki; Google’da arama yapan, e-ticaret kullanan, Twitter’ı takip edenler de İnternet’te.

İnternet, hiçbir mecrada olmadığı kadar teknik bilgi gerektiren bir yer ve bilgiler sürekli eskiyor. Dışarıdan bakıldığında, nereden başlayacağını bile karıştırabiliyor insan. Ama her konuda bilgiyi barındıran İnternet, kendisini öğrenmek isteyen pazarlama insanlarına son derece cömert davranıyor. Ayrıca etrafınızdaki İnternet’ten anlayan yeni nesile soru sormaktan çekinmeyin.

Müdür, senin için üzülüyorum ama elimden bundan fazlası gelmiyor.

7 Şubat 2012 Salı

PR'ı Ölçümlemek Sunumu - Dijital PR

Bu sunum, Bilgi Üniversitesi - Sosyal Medya Uzmanlığı 1. sertifika programında kullanılmıştır.

"Sosyal Medya Uzmanlığı" sertifika programında katılımcılarla 3.5 saat sohbet ettik. Son kısım, bence en önemlisiydi. "Yapılanların sonucunu görmek" yani ölçümlemek... Halkla ilişkiler çalışmalarının sonuçlarını görebilmek ve daha da önemlisi, matematiksel hale getirmek zor değil. Katılımcılara, Bilgi Üniversitesi'ne ve Sosyalmedya.co'ya teşekkürler.

Online ve Offline PR Farkları Sunumu - Dijital PR

Bu sunum, Bilgi Üniversitesi - Sosyal Medya Uzmanlığı 1. sertifika programında kullanılmıştır.

Aslında bu bölüme geçmeden önce, Dijital PR Nedir? sunumuna göz atmanızda fayda var. Biz de sunum sırasında önce "Dijital PR", sonra "Online ve Offline PR'ın Farklarını" konuştuk.

İnternet'in Tarihi

Bu sunum, Bilgi Üniversitesi - Sosyal Medya Uzmanlığı 1. sertifika programında kullanılmıştır.

Neden bu kadar insanın İnternet'in başından kalkamadığını merak edenler için iyi bir İnternet 101 olabilir. Akademik dünyanın, "bilgilerin birbirlerinden beslenerek yükselmesi" İnternet'in ruhunu iyi özetler. Katılımcılarla beraber, online pazarlama anlatmaya başlamadan önce kısaca "İnternet nedir? İnternet nereden geliyor?" sorularının cevaplarını bulmaya çalıştık.

Online Pazarlama Sunumu - Dijital PR

Bu sunum, Bilgi Üniversitesi - Sosyal Medya Uzmanlığı 1. sertifika programında kullanılmıştır.

Dürüst olacağım: Dinleyenleri bilmem ama, benim için keyifli olan kısım burada başlamıştı. :)

Offline Pazarlama Sunumu - Dijital PR

Bu sunum, Bilgi Üniversitesi - Sosyal Medya Uzmanlığı 1. sertifika programında kullanılmıştır.


  • offline pazarlama
  • online pazarlamanın, offline pazarlamayı nasıl etkilediği üzerine bir sunumdur.

17 Ocak 2012 Salı

e-Ticarette Satış Ekibi

İlki 24 Aralık, ikincisi 12 Ocak tarihinde yapılan GelirOrtakları etkinliklerinden sonra, affiliate marketing (gelir ortaklığı) sanırım birçok pazarlama uzman ve yöntecisinin aklında asılı kaldı.

İlk organizasyonun panelinde; ben de konuşmacı olarak yer almıştım. (Point Hotel – The Game’de yapılmış olmasına rağmen hiç oyun oynayamamış olsam da; Türkiye’nin kaliteli içerik üreten, önemli sitelerinin sahipleri ile tanışmak ve zaman geçirmek çok keyifliydi.)

Panelde, yeni bir dikey e-ticaret sitesinin affiliate’e nasıl yaklaştığını anlatmaya çalıştım. Sonradan aklıma gelenler ve panelde konuştuklarımızı özellikle girişimcilere faydalı olmasını temenni ederek, burada da paylaşmak isterim.


• Tıpkı marketlerde olduğu gibi, İnternet’te de bütün markalar “raflarda.” Affiliate ile amacımız aslında, “raf anlaşması yapmak.” Ama unutulmamalı ki, her müşterinin sepetine ürün bile atsalar; müşteri kasaya geldiğinde o ürünü kasanın dibinde bırakır. Yani, eğer ürününüz ve siteniz cazip değilse, sizin için kim ne yaparsa yapsın malınızı satamazsınız.

• Sizin için tıklama maliyetlerini ödeyen ve sadece satış üzerinden kâr payı isteyen bir ekip ile karşı karşıyasınız. Eksi ile masaya oturan kişilerin, başka seçenekleri de olduğunu unutmamalısınız. Yan masada daha iyi bir oyun dönüyorsa, masadakileri tutmak o kadar da kolay olmayabilir. Yani, hedeflediğiniz dönüşüm (conversion) türüne uygun bir teklif ile çalışmayı kabul etmelisiniz.

Peki pazarlama tarafı? Pazarlamada karar vericilerin, “dark side”a adım atar gibi hissetmemeleri için affiliate network’ler ve siteler nelere dikkat etmeli?

• Başlangıçta karar verilen kanalların dışına çıkmamalılar. Yani, ben şirket içinde AdWords hesabı yönetiyorsam, çalışma şartlarında AdWords kullanılmamasını belirttiysem, keyword’lerime teklif veren affiliate’e inancım kalmaz.

• Affiliate’ler, markayı yönlendirecek insight’lara sahip olduklarını unutmamalı. Potansiyel müşterilerle birinci dereceden temasta olan onlar. Trend ve beklentilere dair insight’ları markalar ile paylaşmaları, affiliate – marka – müşteri için üç yönlü fayda sağlayacaktır.

Son olarak, insanların satış görevlilerinden yardım almaya alışık olduğu unutulmamalı. Birçok insan için e-ticaret hâlen yeni bir kavram. Panelde de belirttiğim gibi affiliate aslında satış ekibidir ve müşterinin dilinden en iyi satış görevlileri anlar.

Bu arada kısaca Türkiye’deki affiliate network’lerden bahsetmekte fayda var. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin en eski affiliate network’ü GelirOrtakları’na ait. Zanox da, Avrupa’da yüksek bilinirliğe sahip ve bu yıl Türkiye lansmanını yapan diğer bir network. Ayrıca MaxGelir, AdTriplex ve ReklamStore da, markaların affiliate pazarlaması için başvurabilecekleri network’ler. Belirtmediğim başka network’ler varsa bilmek isterim, lütfen yorumlarda paylaşın.