5 Aralık 2011 Pazartesi

Sosyal Ticaret ve Ego Problemi

İnsanlar ne aldıklarını neden sosyal medyada paylaşır?

1968 yılında Andy Warhol, “Birgün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” dedi. Yıl 2011, sosyal medyadaki herkes sürekli ünlü. Ve her ünlü, takipçilerinin kararlarını etkileyebilmek ister. Ben övdüm diye birinin Sennheiser kulaklık alması, egom için iyi bir besin kaynağı olsa gerek.

İkinci sebep ise, sosyalleşme ihtiyacımız. İnternet’i hayatımıza entegre ettik ve en sıradan konuşmalarımızı bile sosyal medyaya taşımaya başladık. E bu durumda, az önce Fenerbahçe – Beşiktaş bileti aldığınızı neden arkadaşlarınız bilmesin ki?

Ve son olarak da havuç faktörü. İndirim/Hediye kazanmak için, markaların sosyal medya kampanyalarına dahil oluyoruz. “Bu mesajı like et, %5 indirim anında senin” Kampanya ilgimi çekiyor, dâhil oluyorum ve belki de konu ile alakam bile yok.


Düşünmek gerek... Satın aldıklarımızı paylaşırken ne kadar dürüst davranırız? Biraz abartıp, doğrudan sapma olasılığımız nedir? Ya da gerçekten aldıklarımızın ne kadarını paylaşıyoruz?

Dünya ne kadar değişirse değişsin, olup bitenler içgüdülerimizin pek de umrunda değil. Hayatta kalma, topluma kabul edilme, ideal eşi bulma ve ona kendini beğendirme gibi itici güçler var.

Kısacası, 5 liraya kulaklık almışken, sırf arkadaş çevremle uyumlu olmak için Sennheiser aldığımı yazabilirim. Böylece, sosyal ticaret (social commerce) uygulamalarının beni yanlış segmente edip, yanlış hedefleyip durmasına sebep olurum.

Yıllardır focus group, anket, vb. çalışmalarla insanları anlamaya çalışan araştırmacılar, x% hata payını kabullenmişti. Üstelik insanlar, tanımadığı insanlarla ya da tek başınayken soruları cevaplamasına rağmen. Şimdi arkadaşlarımızlayız, tanımadığımız insanlar da hakkımızda fikir edinebiliyor ve yine de 100% dürüst davrandığımız varsayılıyor. Oysa ufacık bir pembe yalan bile, sosyal ticaretin hassas çarklarına çomak sokuyor.

Sosyal ticaret uygulamalarının semantik yapısı, aklımızdan geçenleri ve hislerimizi ölçebildiği gün düzgün çalışacak. O zamana kadar, büyük umutlar beslememek gerek.

27 Kasım 2011 Pazar

Bitişikteki e-Ticaretçi

2-3 yıl önce Beşiktaş’ta ihraç fazlası giysi satan Özge adında bir dükkân açılmıştı. Ne zaman önünden geçsem tıklım tıklımdı. Birkaç ay sonra her yerde benzeri dükkânlar açılmaya başladı. Esnaf muhabbetini sevdiğimden, hepsiyle biraz konuşuyordum ve hepsi, diğerlerinin tedarikçisi olduğunu iddia ediyordu. Biri, Tchibo’nun kahve konseptini bile almıştı!

Şimdi sadece bir tane var.

Benzer örnekleri herkesin verebileceğine eminim. Türkiye’de böyledir. Bir yerde birileri iyi iş yapıyorsa, o sokağa 10 tane aynı iş yerinden açılır.


Türkiye’nin son bir yıldır en büyük trend’lerinden biri kuşkusuz ki e-ticaret. Hâl böyle olunca, herkes “bitişikteki boş dükkânı e-ticaretçiye çevirmeye” başladı.

Önce private shopping, ardından grup alışveriş, bir yandan markaların sitelerine entegre ettikleri e-ticaret siteleri derken bu iş aldı yürüdü.

Markaların e-ticarete başlamaları aslında Türkiye’nin İnternet alışveriş geleceği için olumlu bir adım. Ancak, markaların bir araya gelerek oluşturdukları grupların outlet konsepti yerine, özel alışveriş kulübü kurmayı tercih etmelerine anlam vermek zor. Ellerinde büyük bir güç varken, yanlış ata oynadıklarını düşünüyorum. Üstelik bu gruplardaki markaların tek tek kendi e-ticaret modüllerini oluşturmaları da, tüketici tarafında olumsuz bir imaj yaratıyor.

Diğer tarafta, özel alışveriş kulüplerinde kampanyaları çıktığı gün, kendi e-ticaret sitelerinde fiyatları biraz daha düşük tutan markalar var. İnsanların İnternet kullanım alışkanlıklarını çözdükleri için bu markaları tebrik etmek gerek. Tabii ki insanlar, kampanyada gördükleri ürünlerin üstleri çizilmiş fiyatlarını kontrol etmek, piyasa fiyatına bakmak, tükenen ürünü başka yerden bulmak için Google’a gidiyorlar. Ama “ayak alıştırmak” için böyle fırsatlar yaratmayı etik bulmuyorum.

Markaların e-ticaret siteleri genel olarak, hızlı hazırlanan ve kullanılabilirliği düşük yapıya sahip. Bu alanda, offline mağazaları ile e-ticareti etkili ve pürüzsüz bir şekilde birleştirebildikleri için Yargıcı ve Oxxo’yu tebrik ederim. Geliştirilmesi gereken alanlar tabii ki hep olacaktır, o ayrı.

11 Kasım 2011 Cuma

AdWords ve SEO'nun Hikayesi

Klasik laftır, “Yaa zaten SEO yapmışım, mis gibi çıkıyorum. Ne diye AdWords’e para vereyim?

Öncelikle neyi bulmak istediğimizi netleştirelim. Organik ve AdWords’ten gelen trafiklerin performans karşılaştırması.

Trafik ve dönüşümleriniz istikrarlı gidiyorsa, deneme süresini bir haftaya kısıtlayabilirsiniz. Bütçeniz az, dönüşüm ve trafikleriniz çeşitli trend’lerden etkileniyorsa, sizin için güvenilir olan süreyi belirlemeniz gerekli. İlk hafta sadece organik trafik takip edin. Arama sonuçlarında organik olarak ilk sıralarda çıktığınız bir anahtar kelimeyi yakalayın ve AdWords hesabınıza bu kelimeyi negatif olarak ekleyin. Ama dikkat edin, özel seçtiğiniz bir anahtar kelimeden ilerliyorsunuz, yani tam eşleşmeli (exact match) ile negatif eklemeniz daha doğru olacaktır.

Buradaki datayı cebe koydunuz. Sıra AdWords ve organik trafiği bir arada takip etmeye geldi. Negatif eklediğiniz keyword’ü AdWords hesabınıza bu kez standart bir keyword olarak ekleyin. İkinci fazı da tamamladığınızda karşılaştırma yapabilirsiniz.

CTR (tıklama oranı), organik trafik, dönüşüm oranı değerlerini yan yana getirdiğinizde AdWords’ün gücünü göreceğinize inanıyorum.

Unutmayın:

• Ne kadar süre, o kadar kaliteli data. Eğer test süresini uzatabilirseniz, daha doğru bir yargıya varabilirsiniz.
• İki sürecin başlama ve bitiş tarih ve günlerinin aynı olmasına dikkat edin. Örneğin, iki süreç de Pazartesi başlayıp, Pazar bitmeli. Birer aylık karşılaştırma yapacaksanız, özellikle e-ticaret için Ağustos ve Eylül’ü karşılaştırmayın. Sezon, trend’ler... Online pazarlamadaki insan faktörünü gözden kaçırmayın.
• SEO ve AdWords’ü aynı anda çalıştırdığınızda, SEO tıklamalarında düşüş gözlemleyebilirsiniz. Reklamınız, organik aramaların üzerinde çıkacak. İnsanların, organik sonuçlar yerine AdWords reklamına tıklaması normal. Zaten bu sebeple de AdWords yaptığınızı unutmayın.
• Dönüşümün gerçek ölçümü için aslında 30 güne ihtiyacınız var. E-Tohum’da yaptığım ikinci SEM sunumunda detaylıca bahsettiğim conversion ile ilgili bölümü incelemenizde fayda olabilir.

23 Ekim 2011 Pazar

Remarketing'te Zamanlama Taktikleri

E-ticaret sitelerinin birçoğunda web trafik ölçümleme araçları kullanıldığını düşünüyorum. Böylece, satın almayan kullanıcıları, conversion funnel'ın neresindeyken kaybedildiği görülebiliyor.

Ürünü inceleyen, sepete atan, hatta ödeme bölümüne ulaşan kullanıcılar bazen fikir değiştirir ve giderler. Yüzlerce sebep olabilir ama bu kişilerin siteye dönme ve satın alma yapma olasılıkları yüksektir.

Satın almaktan vazgeçen kişinin, satın alma işlemini tamamlama olasılığı

Bir süre sonra bu kişi, belki başka bir siteden söz konusu ürünü alır ya da satın almaktan tamamen vazgeçer. Doğru zamanda yakalayamadığınız bu kişiye sonradan ulaştığınızda o kişi artık yeni müşteridir.

Diğer bir durum ise, satın alma yapan kişidir. Yani aynı ürünü, ileride yeniden alma olasılığı olan biri.

Satın alan kişinin, ileride yeniden satın alma olasılığı

Bu kişi, başlangıçta sitenizden ve satın aldığı üründen uzaktır. Yeniden ihtiyacı olduğunda yine sitenize gelmesi için kendinizi hatırlatmanız gerekebilir.

Peki... Satın almadan giden veya yeniden satın alacağı gün sizi hatırlamasını istediğiniz kişiye kendinizi nasıl göstereceksiniz?

Remarketing (Retargeting) yani yeniden pazarlama ile.

Reklam ağları ve aracıları üzerinden yapılabilen remarketing; bahsettiğimiz kişilere, network içinde hangi siteye giderlerse gitsinler, reklamınızı gösterir.

İyi verim almak elinizde. Daha yeni laptop almış adama, 15 gün sonra laptop reklamı yaparsanız başarılı oranınız düşük olacaktır. Laptop tüketiminin Türkiye’de ortalama 2 yıl olduğunu düşünüyorum. Bu durumda, 2 yıla yaklaşan bir sürede remarketing yapmak başarı getirir. Süreyi kaçırırsanız, o kişi ile baştan tanışmanız gerekir: Yeni müşteri olarak.

Laptop’a bakıp çıkan, belki sepete atan ama yine de vazgeçen kişi için ise zaman aleyhinize işler. Başka bir siteden satın almadan önce bu kişiyi yakalamalısınız. Ama çok da daraltmadan.

Şu zamana kadar perakende sektöründe gözlemlediğim, remarketing reklamının impression (gösterim) sayısının 3’ü aşmaması yönünde.

İyi şanslar!

20 Ekim 2011 Perşembe

Webrazzi Summit’i Kaçıranlara

Katılamayanlar için Webrazzi Summit’ten notlar...

Girişimcilik, e-ticaret, sosyal medya, mobil trendleri ve ölçümleme konuları hakkında çok sayıda oturum yapıldı.



• İlk konuşmayı Nokta’dan Tümay Asena yaptı. Sunumu, “Mobil web oluşacak ve İnternet’in hakimi olacak,” diye özetlenebilir.

• ComScore’dan Mike Read ile devam edildi. Türkiye sosyal medya üyelik sıralamasını paylaştı. Facebook, Twitter, Windows Live Profile, Ekşi Sözlük diye devam eden listede MSN'i görenler şaşırdı. Bence İnternet’teki herkesin hedef kitle olduğunu düşünmek yanlış. MSN üyelerinin dönüşüm için pek uygun olmadığı aşikar. Ama bu, kalabalık olamayacakları anlamına da gelmez.

• Hanzade Doğan, yatırıma ihtiyaçları olmadığını ama birgün halka arz edilme olasılıklarının da bulunduğunu söyledi. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de halka arz edilmiş bir İnternet şirketi henüz yok. Ama ilk şirketin, yoğun bir ilgiyle karşılaşacağına inanıyorum.

• Sina Afra, Markafoni’nin dikey e-ticaret sitelerinde büyüme stratejisinden ve Markafoni ismiyle gelişen ülkelere yayılmaya başladığından söz etti. Birkaç private shopping sitesinin daha açılmasıyla, satılacak ürün bulma sıkıntısı yaşanabileceğini belirtti. Dönüşüm performansına göre online mecrayı değerlendirdiğinde sırasıyla; davetiye, Google, affiliate ve Facebook’tan verim alındığını anlattı.

Sanırım en ilgi çeken konu televizyon reklamlarıydı. Zizigo ve Markafoni’nin farklı amaçlarla televizyon reklamı yaptığını, ama her ikisinden de iyi dönüşüm alındığını söyledi. Bu durum Limango ve MorHipo’yu da tetiklediği için mutluyum. E-ticaret ve private shopping sitelerinin televizyon reklamları olması, Türkiye için umut verici.

TinyPay.me’nin kurucularından Richard Straver, son zamanlarda gördüğüm en akıcı sunumu yaptı.“60 saniyede nasıl ürün satarsın?” konulu sunumunda, TinyPay.me’nin hikayesini anlattı.

Satmak istediğiniz ürünü yüklüyorsunuz ve gerisini TinyPay.me hallediyor. Kullanıcıya özel dükkan, blog/site entegrasyonu, SEO ve SEM, sosyal medya entegrasyonu, API ile çeşitli sitelerde paylaşım gibi çalışmalar yapıyorlar. Daha detaylı inceleyeceğim, sunumun olumlu etkisinde kalmış olabilirim.

• Yandex ise, Google’ın uzun süredir yapması beklenen Street View’ü hazırladığını açıkladı. Eski bir Googler olarak, bugün Google'ı dinlemek isterdim tabii ki. Ama Yandex'in Türkiye'ye yaptığı yatırımlar da göz dolduruyor.

• Katıldığım son oturum ise, SocialBakers’tan Jan Rezab’ın sunumuydu. Türkiye’de markaların fan sayılarının artış hızının Dünya’da bir numara olduğunu söyledi. Bence markalar, Türklerin kıymetini bilmeli. Sevgisini bu kadar yansıtan bir millet daha yok demek ki.

Özetle...

Facebook oturumları dışında da, Facebook odaklı konuşuldu. Google’dan ve mobilde Android’den neredeyse hiç bahsedilmedi.

Bu yıl, başka ülkelerden gelen kişi sayısı belirgin ölçüde artmıştı, Türkiye kıpır kıpır ve herkesin gözü belli ki burada.

16 Ekim 2011 Pazar

Girişimcilere Mutluluk Dağıtan Kitap

MissPera’nın yayın öncesi süreci ve ilk haftalarında, anlamlı ve güzel bir yoğunluk yaşadık. Yorgun hissettiğim anlarda bana enerji veren kitabı paylaşmak istedim.

Amazon tarafından satın alınan ayakkabı e-ticaret sitesi Zappos’un CEO’su Tony Hsieh’ın kitabı Mutluluk Dağıtmak. Çocukluğundan başlayarak, onu Zappos’a yönlendiren hikayeyi anlatıyor özetle.

Üniversite arkadaşı ile kurdukları LinkExchange isimli ilk girişimlerini sattıktan sonra, girişimlere ortak olmaya başlıyorlar. Onlarca denemeden sonra Zappos’u fark ediyorlar. Birlikte çok çalışıp, bugün Dünya’nın “çalışılmak istenen şirketleri” sıralamasında zirveyi zorluyorlar.

Etkileyici bulduğum fikirler:

• Bir e-ticaret şirketi olarak deponun ana güç unsuru olduğunu baştan beri bilmemiz gerekirdi. Bunu üçüncü kişilere emanet etmek ve müşterilerimize bizim göstereceğimiz ihtimamı göstermelerini beklemek en büyük hatalarımızdan biriydi.

• Çoğu firma, perakendecilerle çalışmaktan memnun değil. Çünkü, özellikle büyük perakendeciler çok sıkı pazarlık ediyor, firmaların neredeyse kanını kurutuyor. Bunu yapmayan ilk büyük perakendeci biz olabiliriz.

• Eğer markamızı müşteriye en iyi hizmet verme konsepti üzerine oturtuyorsak, çağrı merkezi konusunda da dışarıdan hizmet almamalıydık.

• Kültürümüzü korumak için, işe yeni eleman seçerken iş dışında da birlikte olmaktan hoşlanacağımız kişileri seçiyorduk.

• Web sitemizde her sayfanın başına telefon numaramızı koyuyoruz. Çünkü müşterilerimizle birebir konuşmak istiyoruz. Çağrı merkezimiz 7/24 açıktır.

• Hiçbir satın alma yetkilisi, bir markayı o markanın tedarikçisinden iyi bilemez. O zaman işimizi geliştirmek için neden bu uzmanlıktan yararlanmayalım?

• Müşterilerinizi sürekli memnun edebiliyorsanız, sonunda medya da bunu öğrenir.

Ve belki de herkesin bir an durup kendine bakmasını sağlayacak bir söz...
Kişinin karakteri, kaderini belirler.

Çok daha fazlasını kitapta bulabilirsiniz. Özellikle, girişimcilere ve girişimlerde çalışan kişilere öneririm.

12 Eylül 2011 Pazartesi

2010 Türkiye İnternet Kullanım Trend'leri

Devlet Planlama Teşkilatı tarafından Haziran 2011’de yayınlanmış 200 sayfalık Bilgi Toplumu İstatistikleri raporunda ilginç bulduğum bazı noktaları paylaşmak isterim.

• 2004 yılında 13,3% seviyesinde olan son 3 ayda İnternet kullanım oranı, 2010’da 37,6%’ya ulaşmıştır.
• 2010’da herhangi bir zaman İnternet kullanma oranı ise 41,6%’dır.
• İnterneti son 3 ayda kullanmış kişilerin 59,3%’ü, neredeyse her gün İnternet kullanmaktadır.

2010’da İnternet ve bilgisayar kullanım sıklıkları karşılaştırıldığında oldukça paralel görünüyor.

• Son 3 ayda İnternet kullanmış kişiler arasında en aktif olanlar 16-24 yaş grubudur.
• Kadınların İnternet kullanımı, her yaş grubunda erkeklerin gerisindedir.

İstatistikler, eğitim seviyesi ile İnternet kullanımı arasındaki doğru orantıyı yansıtmaktadır. Eğitim seviyesi düştükçe, kadınlar erkeklerin arkasında kalmaktadır. İnternet kullanmayı öğrenirken bireylerin; iş, okul ve arkadaş çevrelerinden destek aldıkları tespit edilmiştir.

İnternet Kullanım Amaçları tablosunu
görmek için  resmin üstüne tıklayın.
İnternet kullanım amaçlarını yüzdesel olarak gösteren tabloda en çok dikkatimi çeken kısım ise 4. sırada yer alan, "mal/hizmet hakkında bilgi alma" oldu.

İnsanların, satın almasalar da İnternet'te ürün/hizmet detayları araması (branding) halen tartışılan bir konu. Son sırada, "mal/hizmet satışı" bulunmasına rağmen, "mal/hizmet satın alma" henüz yok. Son dönemdeki yükselişi ile e-ticaretin önümüzdeki yıllarda sıralamaya gireceğine inanıyorum.

• 2005 yılında İnternet kullanımı işyerlerinde daha fazlayken, 2007 ve sonrasında bireylerin İnternet’i evlerinde daha fazla kullandıkları görülmektedir.
• 2010 yılında hanelerden İnternet’e erişim oranı 50%’ye ulaşmıştır.

• İnternet kafeleri tercih oranı yıllar itibariyle düşmektedir.
• 2010’da İnternet kullanım yerleri arasında kablosuz bağlantı yapılabilen yerler de belirtilmiştir.
• 2010’da, ortalama bir kullanıcının Facebook’ta harcadığı süre haftada yaklaşık 29,7 saattir.

Özetlersek; 2010’da İnternet’in evlere daha fazla girdiği, en aktif kullanıcıların gençler olduğu, eğitim ve İnternet kullanımının paralel olduğu, kadınların erkeklere oranla İnternet’e biraz uzak kaldıkları, İnternet’in çevreden öğrenildiği ve anlaşılan o ki Facebook’un en önemli iletişim araçlarından biri haline geldiği söylenebilir.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Lego mu, Barbie mi?

Küçükken Barbie bebeklerle oynamış kızlar bilir. Barbie evleri her nedense bebeklerin, Alice gibi iksir içip ortama uygun boyuta gelmesini gerektiren şekilde yapılmıştır. Bebeği oturtursun, yamuk durur, bir türlü sığmaz. Bir tuhaftır işte, oldurulmaz.

Ama Lego düzen adamıdır. Afedersiniz, düzgün otursun diye orasında burasında delikler, çıkıntılar vardır. Parçalarla yapabileceklerin hayal gücün ile sınırlıdır. İstediğin aracı yaparsın, oturur gider, gık demez.

Şimdi, “Ne alaka dijital pazarlama ile?” diyeceksiniz, açıklayayım.

Offline pazarlama, üzgünüm ama, biraz Barbie evi – Barbie ilişkisine benzer. Çok şıktır evet. Barbie evi olan kız çocuğu, mahalledekilere hava atar. Ama aslında o ev, hiçbir yere sığmaz. Her dakika toplayıp kenara kaldıramazsın. Hantaldır. Hayal gücüne gem vurur çünkü parçalar bellidir, o parçalarla başka ev kuramazsın.

Online pazarlama ise, lego parçalarıdır. Ev yaparsın, benzinlik yaparsın, uzay aracı, gemi, Allah ne verdiyse yaparsın. Oyunun bitince bozar, kenara kaldırırsın. Aklına başka bir fikir gelene kadar, o parçalar kuzu kuzu bekler. Lego adamların oturacağı yer de bellidir. Hiç zorlanmazsın. Konfor sıkıntısı varsa, birkaç parçanın değişmesine bakar herşey. Uygun araç yapılır, Lego adam biner gider.

Kıssadan hisse:

• Offline şıktır, onunla havanı atarsın. Ama oradan kim geldi, ne yaptı ölçemezsin. Değişikliklere kapalıdır. Offline pazarlamacıların, yaptıkları katkıyı anlatmaları oldukça güçtür.
• Online pazarlamada her gün yeni bir şans vardır. Hayal eder, gerçekleştirirsin. Şöyle bir bakar, iyileştirmeleri yapıp yoluna devam edersin. Ölçülüp biçilir, paranın nereye gittiği bilinir. Online için çalışanların işi de, katkıları da çok nettir.

Tevekkeli değil, küçüklüğümde Lego favori oyuncağımdı. Barbie ile aramda, ikimizin de açıklayamadığı bir mesafe vardı.
Bütün “Legoculara” selamlar...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Bu Buzdolabını Kim Seçti?

Nyan Cat 3.5 milyondan fazla izlendi. Pixel bir kedi, gökkuşağında koşup duruyor, o kadar. 6-15 yaş arası çocukların videoya verdiği tepkiler arasında bazıları dikkatimi çekti:

3:00 - YouTube'a nasıl 6 saatlik bir video yüklenir ki?
4:10 - Kaç dislike gelecek görmek istiyorum.

Bir zaman dijital ajansta çalıştığımdan, insanların birbirine YouTube soruları sormasına alışığım. Oysa bu çocuklar, doğuştan bu bilgiye sahip gibiler.

Kısacası, İnternetsiz dünyayı bilmeyen ilk jenerasyon, Gen-D, bilgisayar başına oturdu. Henüz farkında olmayanlara ufak bir tüyo. Satın alma kararlarından yeni medya düzenine kadar birçok önemli ve güncel konuda onların kararlarına bağlıyız.


İyi de, onları bizden farklı kılan ne?

Öncelikle, bilgisayar ve telefonu aynı anda kullanıyorlar. Dikkatlerini çekmek ne kadar zor düşünün. Emektar televizyona gelince... Dijital çerçeveden farkı yok. Hep sessiz, hep arka planda.

Evet, suskun görünüyorlar. Onlara asosyal diyoruz, ebeveynler endişeleniyor. Peki hangimiz o yaşlardayken, yüzlerce kişi ile sürekli iletişim halindeydik?

Bence, maneviyatı güçlü, iyi soru sormayı ve kolay cevap bulmayı bilen yetişkinler geliyor.

Yani e-ticaret tarafından bakınca, "Şu buzdolabının en ucuzu nerede?" sorusunun cevabını arayan ve hemen bulanlar, Gen-D'den başkası değil. Rewired kitabında Larry Rosen'in belirttiği gibi; henüz kredi kartları olmasa bile, satın alma kararını aslında onlar yönetiyor.

Bu noktada fiyat en önemli satın alma faktörü gibi görünse de, araştırmalara göre markalarla araları fena değil. Tabii ki bu, rakipten alışveriş yapmayacakları anlamına da gelmiyor.

Hal böyle olunca, marka sadakati adına endişeleniliyor. Haklılık payı var, kabul. Birkaç yıl sonra, pazarlamaya her zamankinden fazla iş düşecek.

Yine de, iyimser bir havanın hakim olduğuna inanıyorum. Her jenerasyonun kalbini fetheden, o dönemi yansıtan markalar vardır. İnternet'le yaşayan, bilgiye ulaşmayı bilen ve farklılık arayan Gen-D'nin kalbini de bence, kişisel e-ticaret deneyimi yaşatan markalar kapacak.

Ortak Bilinç İnternet'e

Japon animelerinde, “ortak bilince” gönderme yaparak “wired” ismi verilen İnternet; fizik kurallarını hiçe sayarak Dünya'yı küçülten bir mucize.
Bize her gün ne kadar çok şey getirdiğine bakınca, İnternet'i daha da çok seviyorum.
Bu nedenle istedim ki “ortak bilince” katkım olsun. Umarım kıymetli bilgiler paylaşabilirim.
Sevgiler